Yazmak vakti sana

lkjk

Yazmak vaktidir sana şimdi. Kapatıp gözleri, demli bir çay tadında hayallere dalmak. Toplamak valizine, hatıralarda sana dair ne varsa, koyup sıcak ellerinden, yıldız gözlerinden, uğruna uykusuz kalınan bakışlarından ve dilsizi bile dile getirebilecek gülümsemenden ceplerime, ayrılık vaktidir şimdi bulunduğum diyarlardan. Nereye gideceğini bilmeden çıkmaktır yola eller cepte, dilde bir yalnızlık türküsü ile yalınayak. En derin ve en soğuk sulara girmektir yüzmeyi dahi bilmeden. Unutup her şeyi silip hafızadan, okumayı yeniden sökmektir. Hece hece, harf harf, sadece isminin olduğu kelimelerde. Geceler boyu titremek ve sen krizleri yaşamaktır. Sayıklamaktır seni, pencereden ışığı süzülen ve yokluğuna söven yıldızların altında soğuk duvarlı odalarda. Sen diye son nefesi teslim etmektir yaradana ve sen diyerek tekrar doğmaktır maviş bir bebek gibi sevdanın kucağına. Adını anmanın ve resmine bakmanın bir ibadete başlamak gibi besleme gerektirmesi ve adın söylenirken can verilmediği için şükretmektir tanrıya.

İşte böyle bir şey sana yazmak. Ve zannetme ki bu yüzden uzun sürüyor sana yazmalarım. Yok bee prenses, yazmanın çektirdiği hüzün dalgasına katlanırım ama bu yazdıklarımı okumama ihtimalin inan çok üzüyor beni. Her bloğu açışta heyecanla baktığım sayfaların, bu günde gelmedi  işaretleri tokat gibi vuruyor suratıma. Sonra morali bozuluyor kağıdımın, yüzü düşüyor kalemimin. Ne kağıdın kaleme yüzü oluyor dokunmaya ne de  kalemin cesareti kalıyor avucuma sokulmaya. Birbirine küs üç arkadaş gibi kalakalıyoruz ayrı odalarda.

Ve susuyoruz sebepsiz… Neden susar ki insan konuşacak, anlatacak o kadar şey varken. Hele ki ben, düşük çeneli geveze insan. Ceplerim tıka basa sana kelimelerle doluyken, yüreğim sana kurulacak kurallı ve devrik onlarca cümle yetiştirmişken en has bahçelerinde. Bir anlatsa sana, belki de seni anlatsa, bir ömür usanmayacağı ve susmak bilmeyeceği şeyleri. Beklese de en nadide gülü açsın diye avuçlarında sana vermek için,,, toprağı tamam olsa da, suyu, havası ve daha bir çok şeyi, güneşi eksik kalıyor be prenses. Sen olmayınca güneş doğmuyor satırlarıma. Kalem, kâğıda sırnaşıp sokulunca avucuma hazır oluyor her şey ama sen olmadan, güneşi olmadan başlayamıyor birşeyler.

Yan odanın ışığının vurduğu bir diz çökümlük mektuplar mülteci oluyor sana. Kurtulup bu güneşsiz hayattan bir ömür hafızanda yer edebilmek için doluşup bir kağıda iltica ediyorlar sana. Yada bir kerecik olsun sana benden birşeyler götürebilmek için feda ediyorlar kendilerini uslanmaz Ankara akşamlarında. Gözlerini, sen onları okurken sadece bir kerelik yakından görebilmek için  belki de. Uzun lafın kısası olmuyor be prenses, sen olmadan ne kağıt kağıt, ne kalem kalem. Sen olmadan ne yazı yazılabiliyor bir kağıda ne de ele alınabiliyor bir kalem. Ah ne var küçücük minicik bir işaret verebilsen artık. Tamam desen, gel desen…

Ey gönlümü tarumar eden dilber, gör o zaman sen bu deliyi. Ne kalemin takati kalır ne kağıdın sana duygularımı anlatmaya. Bilmezsin, bir bakışına dünyada ki tüm dillerde tüm şiir kitaplarını toplar yakarım. Bilmezsin, şiir denen sanatın senden öncesi bir kibrit kadar değerlidir aslında. Bilmezsin, bir sac telinin hatırına, kendine şair diyen tüm insanları toplar asarım bir dar ağacında. Sonra şiir tekrar yazılır senin adınla. Ne mecnun un leylası kalır, ne kerem in aslısı, ne ferhatın şirini nede Romeo nun julieti. Ve şiir yeniden icat edilir gözlerinin uğruna. Ve sen diye sana yazılır asırlarca.

Ve neler yapmazdım ki daha. Durdururdum içimdeki savaşları ve yeniden inşa ederdim içimdeki şehirleri sen motifli. Barışırdım uğruna kırdığım arkadaşlarımla. Şaşırdın dimi yaa. Çok insanın kalbini kırdım -unut onu diyen, kendine gel artık diyen, önüne bak diyen, sana kızmı yok boşver onu diyen. Nasıl bilmezlerdi adın anıldığında titreyen ben senden nasıl vazgeçebilir seni nasıl unutabilirdim.

Sonra kapılarından geçerken başımı önüme eğip koşar adım geçtiğim hatta bazen yolumu değiştirdiğim insanları görmeye giderdim. Örneğin bilbordu hatırlıyormusun, hani doğum gününde içinde saklı iyi ki doğdun yazan şiiri. (canım çıkmıştı yerine asana kadar hatta polis bile gelmişti Çanakkale ile ilgili bir gündü de o zannedip  durmadılar Allah tan) onu hazırlatırken hiç tanımadığım bi reklam ajansına tamamlanmasına yakın, çalışanlar dedikodusunu yapmış olacaklar ki bakmaya geldiler peşisıra. Pek böyle bi çalışma yapmamışlardı belli ki. İnanmayacaksın ama bittiğinde her şey, tam ücreti verecekken ben müdürü geldi ajansın. Bir afişe bir bana bakıp omuzuma dokundu, – kolay bişi değil bu yaptığın, helal olsun dedi ve ekledi –para almayın bu arkadaştan bu seferlik bizden olsun. Bi an şaşırdım donakaldım o an sadece ben değil oradaki her kez donakalmıştı. Belli ki onunda içinde yarım kalan bir şeyler vardı. Sonra biraz sohbet ettik, şans dileyip numarasını verdi. İnşallah uğur getiriz sana oda seni sever de mutlu olursunuz , sonra yanıma uğrayım emi bi çayımı için  beraber demişti. Sonra birkaç kez aradı beni, söyleyemedim olmadı be abi cümlesini. Geçmiyorum artık ajansın önünden yada yolum düşerse başım önümde koşarcasına adımlıyorum kaldırımları görmesin diye beni. O da fark etti durumu herhalde artık sormuyor seni.

Sonra şiirler, şarkılar yazardım sana. Tozlanmış tavan arasından çıkardığım sandık lekeli naftalin kokan mutluluklarımdan. Yokluğunda sevip sevmediğinin kararını bir türlü veremeyen papatyalardan taç yapardım saçlarına, ve yokluğunda büyüttüğüm özlemlerden kırmızı kurdeleler uçlarına. Ve sarılırdı hasretinde büyüyen onlarca sarı saçlı pembe yanaklı ıslak gözlü bebek sevdalar ayaklarına. Onların hatırına prenses, onların hatırına…

Acaba sende düşünüyormusun beni, şehrin ışıklarını seyrederken ya da koyduğunda başını yastığa. Acaba sen de dualar ediyormusun sevsin beni diyerek  tanrıya. Başını dayadığın otobüs canımdan izliyormusun kalabalığı o var mı diye, benzeyen birini görünce de  çarpıyor mu delice kalbin, yapışıyormusun iyice cama.

Biliyorum sende boş değilsin, yoksa değerli vaktini neden bu blokta geçiresin. Biliyorum sen de seviyorsun beni, okulda iken; saklanıp bi kenara usulca izliyorsun. Yaklaşırken ben, aman Allah’ım napıcam şimdi ben deyip, ama yanından geçerken saklayıp kalp atışlarını sahte meşguliyetlerin ardına göz ucuyla dahi bakmıyorsun. Yanakların kızarmasın diye, başka yöne bakıp, etrafındakilere haa omu farketmedim diyorsun. Uzaklaşırken ben usulca iç çekip peşim sıra dalıp gidiyorsun. Her sabah göreyim diye ben saçlarını tarıyor, takıp en güzel ifadeni yüzüne koşar adım okula geliyorsun. Yoksam o gün boynu bükük dönüyorsun, hele bide ordaysam hele bide bakmışsam sana kendini yere göğe sığdıramıyorsun. Heyecandan sahip olamayıp eline ayağına ne yapacağını şaşırıyorsun. Yüzünde aptal bir gülümseme, tüm gün bulutlarda geziyorsun. Değil mi? Ben öyleydim de çünki.

Ya okul zamanı dedik de şimdi, nasıl kıymetini bilemedim seni okul zamanı koca bir gün doya doya görebilmenin kıymetini. Keşke alıp karşıma sev kız çünkü ben seviyorum deli gibi diyebilseydim. Tamam seni görünce dağıtılıyordu tüm ordularım, zapt ediliyordu tüm kalelerim ve küçük bir çocuk oluyordum sanki utangaç ve çekingen. Ama nasıl olmayayım “sapık” demiştin sen.

Birde dış etkenler var tabi. Ne zaman sözlerimi bir güle sarıp demet yapsam vermek için sana, bakışlarının vermediği cesareti bulabilirmiyim diye hep konuşmayı denedim çevrendekilerle. Belki bir şey biliyorlardır, belki hadi koş daha ne duruyorsun diyecekler diye. Biliyorum hataydı bu ama duygusallığın verdiği bi şeydi sanırım. Hata yapmak istemiyordum hem zaten senin yanında doğru dürüstte konuşamıyordum. Eğer birisi varsa hayatında konuşmamalıydım seninle yada rahatsız olacaksan yine ben olmamalıydım çevrende.  Hepsi kuruttu elimdeki gülleri. Hepsi ayrı bir köstek oldu anlayacağın, her defasında ‘sanki’ denen aptal kelimeyi içeren cümleler kurdular öznesiz. Sanki biri var, sanki birinden hoşlanıyor gibi, sanki senden rahatsız, sanki senle alay ediyor gibi. Neyse hepsi geçti gitti artık. Nolur çekingenliğime kesip cezayı beni sensizliğe mahkum etme. Hem o kadar çekingen değildim her defasında. Sen yada diil yapılan blogda ki bi yorumda klima bozuk demişti. Geç görmüştüm yorum iletisini. Görür görmezde toplayıp alet edavatı giyip emanet aldığımız tulumları bi arkadaşla gelmiştik kapınıza. Eee sonuçta klimada bi makine, makinacıyız sonuçta yapamasak da bi bahane bulurduk nasılsa. Ama saadet teyze demez mi bizde klima yok yanlış gelmişiniz, telefonda. İyi ki çıkmadan aramıştık yoksa kapıya sen çıksan maazallah kekelemekten konuşamazdım. Arkadaş da ben gibi sakar, olan sizin klimaya olurdu.

Eyvah baya yazmışız herhalde. Mazur gör olur mu? Seni anlattım gece kalemime, dayanamamış demek ki oda uyandırıp kağıtları girivermişler yastığımın altına. Yazıyoruz şimdi onlarla, ama biraz uzun oldu galiba. Özlemişler seni belli, ama senide düşünmek lazım dimi, belki sıkılırsın okuyamazsın hepsini. Anlatacak çok şey vardı ama napalım artık onlarda başka mektuplara. Ya aslında bunları yazıp kağıtlara, onu da sarıp taşa, balkonunuza mı atsam acaba. Alt katınızda ki amcam sabaha kadar oturmaktan vazgeçerse balkonda yaparım belki.:) zaten kıllanıyor bana çok sefer de farketti beni.

Hoşça kal şimdilik perikızı. Yazıcam yine sana. Ama sende biraz yardım et olur mu oku bunları bolca. Bileyim okuduğunu. Okudum yaz altına, olmamış yaz, beğenmedim yaz, yine rahatsız oldum yaz.:) hem belki bu sayede yorum da yazarsın belki, kimbilir belki de mesaj bile atarsın gel len eşek deyip. Nerdeeeeee.:) neyse bakalım.

Hoşcakal şimdilik perikızı.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Copy Protected by Chetans WP-Copyprotect.